Müsahibimiz türkiyəli psixoloq Mustafa Varol Yorulmazdır. Onunla cəmiyyətimizi daha çox qayğılandıran bir sıra psixoloji problemlər barədə söhbətləşmişik.
– Sizcə, nasıl yaşamalıyız və biz nasıl yaşıyoruz?
Yaşamımız motivasyonlarla doludur ve biz bu sahip olduğumuz motivasyonlara göre yaşamımızı idame ettiriyoruz. Aslında olması gereken de budur. Ama bir çok insan bunun farkına varmadan yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Farkına varmadıkları için de ne bir motivasyon kaynağına sahip oluyorlar ne de yaşamdan bir tat alıyorlar. Yaşamdan tat alamadıkları için de bir melankolik hale bürünüp zaman içerisinde de kronik depresif semptomları taşımaya başlıyorlar ve zaman içerisinde durum ‘’Duygu-Durum Bozukluğu’’na kadar ilerliyor.
Bununla beraber sağlıklı yaşamak da diğer önemli bir olgudur. Sağlıklı yaşam için gerekenlerin yapılması da gereklidir. Vücudumuz, zihnimiz ve hayatımız oldukça önemlidir bizim için. Nitekim öyle de olmalıdır. Özetle, hem sağlıklı yaşamaya özen göstermemiz gerekir hem de motivasyonumuzun had safhada olması gerekir.
– Son yıllarda psikolojik olaraq insanlara ən çok sıkıntı verən nelerdir?
– Son yıllarda en çok sıkıntı veren durumların başında hormonlarımızın düzensizliği gelmektedir. Sahip olduğumuz dopamin, noradrenalin ve serotonin hormonlarının düzenli salgılanması bizlerin birey olarak iyi hissetmemizi sağlamaktadır. Ancak düzensiz olarak salgılandığı zaman da iç sıkıntıya sebebiyet veren, kendimizi kızgın, üzgün ve öfkeli hissetmemize de neden olan hormonlardır. Hormonlarımızın düzensizliğine sebep veren durumların başında da düzensiz beslenme, düzensiz uyku ve strestir. Öncelikle bunların yoluna koyulması gerekmektedir. Genelde olumsuz olarak yaşadığımız olay veya durumların altında stres yatmaktadır. Stres de kronik bir şekilde kaygıyı beslemektedir. Yaşamın stresli olaylarına karşı bir takım psikolojik tekniklerin uygulanması kişiyi sıkıntılardan yüksek ölçüde korumaktadır.
– Aile içi sorunlar yaşamamak için hangi ön tedbirler gerekir, nasıl davranmamız gerekir?
Aile, toplumun en küçük yapı birimidir. Bir aile olabilmek yaşam içerisinde pek de kolay olmamaktadır. Öncelikle aile olmayı planlayan bireylerin tam anlamıyla böyle bir şey isteyip istemediği oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra duygusal ve psikolojik anlamda evliliğe ve aile olmaya da hazır olmaları gerekmektedir. Bu en ön koşuldur. Sevgi ve aşk evliliği yapan çiftlerin yapılan araştırmalara göre, evliliklerinin uzun ve mutlu olduğu defalarca kez kanıtlanmıştır. Bu sebeple aile içi problemler de bu tarz ailelerde hemen hemen hiç görülmemektedir. Bununla beraber çocuk dünyaya getirmeyi planlayan eşlerin bu anlamda da hazır olmaları önemli bir koşuldur. Çocuğun, sevgi barındıran bir ailede dünyaya gelmesi onun hem duygusal hem sosyal hem de psikolojik gelişimi için oldukça önemlidir.
Her ailede elbette ufak tefek sorunlar yaşaması oldukça normaldir. Önemli olan yaşanan bu krizlerin nasıl atlatılıyor olduğudur. Burada aile bireylerinin tutumları, olaylara algısı ve bunlarla nasıl baş edebileceği üzerinde durulması gereken ayrı bir konudur. Sorunlarla ilgili tutumların, olayların algılanması ve buna göre davranışların olumlu olması gerekmektedir.
– Gelin-kaynana konusu uzun yillarin sıkıntisı haline gelmiş. Sizce problemin kökü neye bağlıdır?
Gelin-kaynana problemi psikolojik kökenli toplumsal ve kültürel bir olgudur. Ayrı bir araştırma konusudur daha doğrusu. Bu durumun temelinde yatan şey aslında kişiler arası bağlanmanın ve kişi bağımlılığının nasıl bir örüntü ve dinamiğe sahip olduğudur. Özellikle anne ve erkek çocuk arasındaki bağlanma stili, erkek çocuklarının ileriki yaşamlarındaki duygusal ve romantik ilişkilerini ciddi derecede etkilemektedir. Yapılan bilimsel çalışmalar da bunun kanıtıdır. Çocuk ve anne arasındaki simbiyotik ilişki gelin-kaynana probleminin kökenini oluşturan durumun başını çekmektedir. Simbiyotik ilişkiden kastedilen, birbirine muhtaç yaşama zorunluluğu, psikolojide birbirine ters tutum ve davranışlarla birbirini tamamlayan ilişki biçimidir. Anne, çocuğunu hiçbir şekilde kimseyle paylaşmak istemez ve çocuk annesinin bu davranışını öğrenerek büyümeye devam eder. Erkek çocuk için gelen yeni bir duygusal ilişki, anneyi kaygılandırır ve tehdit olarak algılar bu durumu. Erkeğin ilişki kurduğu karşı taraftaki kişi ile de bir takım çözümü pek de mümkün olmayan çatışmalarda bulunur ve zaman içinde bu problemler kronik bir şekilde ilerler ve günümüzdeki ‘Gelin-Kaynana Problem’ini oluşturur.
Kültürel ve toplumsal açıdan da bakıldığı zaman, daha çok kollektivistik yapılanmada bireyselliğe pek yer yoktur. Kişiler sürekli bir aradadır. Öğrenilmiş düşünceler ve davranışlar hakimdir. Bireyler istediği gibi hareket etmekte zorluk yaşamaktadırlar. Bireysel kararlar alınamaz genelde. Evli bir çifte, aile bireylerinin müdahalelerde bulunması da kaçınılmaz bir durumdur. Aile bireylerinin evli çiftlere müdahalelerde bulunması da bir takım problemlere sebebiyet vermektedir. Bu durum da gelin-kaynana çatışmasının temelini oluşturan etmenlerdendir. Bunun dışında genel bir önyargı/stereotip de mevcuttur. Kültürel olarak ‘’Gelin-kaynananın anlaşması çok zordur.’’ bakış açısı öğrenilmiş bir durumdur. Öğrenilen bu durum dahilinde davranışlar gösterildiği zaman da genç kızlar ve kayınvalideleri arasında sorunların yaşanması da olası bir durumdur.
– Gencler sevgi yaşarken neleri unutmamalı, nelere odaklanmalıdirlar?
Sevgi, yaşamımız içerisinde oldukça değer gören, değer verilen ve üzerine pek çok araştırmaların yapıldığı geniş bir spektrumdur. Gerek romantik ilişkilerde gerekse evlilik ilişkilerinde, bununla beraber kişiler ve toplumlar arasında da karşımıza çıkan bir olgudur. Sevgi yaşamanın da bir takım görünmez kuralları mevcuttur. Bunların başını ‘’kişilerin birbirine olan güveni ve saygısı’’ oluşturur. Sevgi, güveni ve saygıyı barındırmaktadır. Birbirine güvenen insanların daha sağlıklı bir sevgi ilişkisi kurduğu pek çok defa kanıtlanmıştır. Toplumlar içerisinde de bunları görmekteyiz. Buna ek olarak da, sevgi saygıyı doğurmaktadır. Sevgi ve saygı ne kadar iç içe bir şekilde ilerlerse kişiler arasındaki bağlılığı ve ilişkinin kalitesini son derece arttırmaktadır. Bu durumların unutulmaması ve bunlara odaklanılması gerekmektedir.
– Sevginin eğitim ve karyere bir engel oluşturmaması için nasıl düşünmeli, nasıl davranmalıyız?
Eğitim ve kariyer, insanlar için oldukça önemlidir. Günümüz dünyası artık kariyerin tavan yaptığı durumların temelini oluşturmaktadır. İyi bir eğitim ve iyi bir kariyer, yüksek yaşam standardının kapılarını bize açmaktadır. Bunun yanında bir de duygusal olarak güzel bir ilişki kurabilceğimiz biri ile de karşılaştığımızda yaşam bizim için daha da anlamlı bir hale dönüşmektedir. Ancak sevgi ve kariyer kimi zaman iyi yürütülebilen kimi zaman da kişiler için sıkıntı yaratan bir durumdur. Bunun dengesinin kurulması oldukça önemlidir. Öncelikle sevginin kendi içinde ne kadar önemli olduğunu kendimize anlatmamız gerekir. Aynı şekilde kariyerin de ne denli önemli bir ölçüt olduğunu iyice zihnimize kazımamız gerekir. Öncelikle kendimizi düşünmeliyiz; bize neyin kar getireceğini neyin zarar vereceğini algısal mekanizmalarımızla oturtmalıyız. Yerinde ve kararında bir sevgi ve güzel bir kariyer, güzel bir geleceğin kapılarını bizlere açacaktır.
– Diyorlar ki, biz ne yiyoruz, oyuz. Sizce, biz nasil düşünyorsak o değilmiyiz?
Kişiyi oluşturan etmenlerin başını ‘’kişinin duygusu, düşüncesi ve davranışı’’ çekmektedir. Hissettiğimiz duyguyu hemen zihnimizde bir düşünceye dökeriz ve en sonunda bununla ilgili yargılarda ve davranışlarda bulunuruz. Bizi biz yapan durumlardır bunlar. Yani düşündüğümüz bir şeyi davranışa döken de kişinin kendisi olduğu için otomatik olarak düşündüğümüz kişi oluyoruz. Elbet bazı zamanlarda düşündüğümüz şeyleri hemen davranışa dökmüyoruz. Öncelikle zihnimizde ‘algısal mekanizmamızda’ durum değerlendirmesi yapıyoruz ve öyle davranışı sergiliyoruz. Bu durumda yine neyi düşünüyorsak o şekilde davranıyoruz. Sonuç olarak ne yiyorsak oyuz, ne düşünüyorsak da oyuz.
– Baküde oldunuzmu?
Hayır hiç Bakü’de bulunma fırsatım olmadı. Ama oldukça merak ettiğim ve mutlaka gelmek istediğim bir şehir.
– Azerileri nasil biliyorsunuz?
Azerileri kardeşimiz olarak biliyorum. Küçüklüğümden beri bana da öğretilen buydu. Düşüncem bu konuda hala aynı. Kültürel olarak zaten aynıyız. Duygu, düşünce ve davranış olarak da benzer yapıya sahibiz.
– Türk ve azeri gençleri arasında ne gibi farklar hissediyorsunuz?
Bana pek de bir fark var gibi gelmiyor. Hem Azeri gençleri hem de Türk gençleri pırıl pırıl bir nesil. Ve her iki neslin de çok güzel şeyler yapacağı konusunda inancım sonsuz.
– Oxucularımızdan birinin belə bir sualı var: Sevdiyim oğlan əvvəl ailəli olub, bir qızı var. Boşanıb. Mən onunla danışdığımı, onu sevdiyimi anama deyə bilmirəm. Çünki bilirəm ki, o qəti əleyhinə olacaq. Mən subayam. Anamı nece boşanmış biri ilə ailə qurmağa razı sala bilərəm? Düzü biz təzə tanış olmuşuq. Amma ikimiz də eyni xasiyyətdəyik deyə sözümüz tutur. Mənim anamsa dəqiq bilirəm ki onunla ailə qurmağıma qəti razı olmayacaq. Xahiş edirəm psixoloq mənə məsləhət versin.
– Öncelikle kaygınızı anladığımı belirtmek isterim. Mevzu biraz kültürel değerlerimiz içerisinde toplum tarafından pek de kabul edilmeyen bir durum olabilmekte. Ancak eskisi kadar bu konuda kesin ve kati çizgiler mevcut değil. Çekinmeniz gayet normal, çünkü karşındaki anneniz. Ancak unutulmaması gereken bir şey var ki, psikolojik sağlığımız açısından bizler birer ‘birey’ olarak öncelikle kendimizi düşünmeliyiz. En önemli varlık ‘Biz’iz. Bizler psikolojik sağlamlığa sahip olduğumuz sürece çevremize de faydamız olur. Sevgi oldukça kutsal bir duygudur ve pek de karşısında durmak isteyen olmaz. Biraz daha adamı tanımaya fırsatınız olsun, birlikte vakit geçirin. Hemen annenize söylemek durumunda değilsiniz. Önce adamdan emin olun ki, annenizin karşınıza emin çıkabilesiniz. Emin bir şekilde çıktığınız zaman, önünüzde pek de engel kalmayacaktır.
Söhbətləşdi: Vüsal Məmmədov
Gencaile.az